N. AHMET ÖZALP: MARAŞLI MÜSTESNA BİR SİMA

 

Kültür ve düşünce dünyamıza birkaç doğrultuda katkı sunan N. Ahmet Özalp, Maraş’ın özelde edebiyat genelde kültür dünyasına sunduğu müstesna simalardan biriydi.

 

Türk edebiyatına, kültür hayatına bakacak olursak, bir dolu Maraşlı portresiyle karşılaşırız. Öyle ki Maraş’ta dünyaya gelmedikleri hâlde eğitim hayatlarının bir bölümünü bu şehirde tamamlayanların “Maraşlı” sayıldıkları görülür. Genellikle Cumhuriyet Türkiye’sinin zorluklarla ve sorunlarla dolu yıllarıyla bilhassa 1930’lar 1940’larla karşılaşıldığı da bir gerçektir o panoramada. Maraş’la edebiyat arasında kurulan sağlam bağ sebebiyle birçok yazar, şair ve düşünürün “Maraşlı” kabul edildiğini görüyoruz. Mesela kendisinin böylesi bir nitelemeye sıcak bakmadığı bilinen Sezai Karakoç ile anne tarafından Maraşlı sayılan Mehmet Akif İnan, bu çerçevede anılması gereken iki mühim simadır. Cemil Çiftçi’nin Maraşlı Şairler Yazarlar Âlimler (2000) kitabında senelerce Maraş’ta ikamet eden Şevket Bulut ile yalnızca ortaöğrenim döneminde bu şehirde bulunan Ali Göçer'in Maraşlı şair ve yazarlar arasında zikredilmesi de dikkate değerdir.

 

Gerçeği Arayan Teknik Okumalar

 

Kültür ve düşünce dünyamıza birkaç doğrultuda katkı sunan N. Ahmet Özalp, Maraş’ın özelde edebiyat genelde kültür dünyasına sunduğu müstesna simalardan biriydi. 1953 Kahramanmaraş Elbistan’da dünyaya gelen Özalp, okuryazarlık becerisi kazanmasıyla başlayan tutkulu okuma serüvenini öğretmenlik, yayıncılık ve eleştiriden farklı bir yerde konumlandırdığı teknik okumalarla ömrü hayatı boyunca sürdürdü.

 

Zamanının önemli bir kısmını özel olarak ilgilendiği eserlerin yayına hazırlanmasına ayıran ve yeni çıkan hayli hacimli romanlara dair teknik okumaya yaslanan mektuplar yazmaktan geri durmayan N. Ahmet Özalp’in “kültür teknisyenliği” ile “kültür bilginliği” arasındaki çabalarının iki noktada yoğunlaştığı görülmektedir. İlki kökleri Osmanlı kültür hayatına dayanan, farklı ve zengin bilgiler ihtiva eden eserlerle ilgili karşılaştırmalı çalışmalarıdır. Diğeri ise bir nevi “kültürel kazı” neticesinde gerçekleşen okumalarıdır. Ayrıca genel ahvalini Refik Halid eksenli kitabının sunuşunda anlattığı 1923 sonrasında sindirilerek yeraltına itilen kültüre dair eserlerden ulaşabildikleri hakkında yaptığı çalışmaların sayısı da hayli fazladır. Adının hazırlayan olarak yer aldığı onca eser dışında Özalp’in eleştiri ve inceleme özelliklerini barındıran teknik okumalarını derli toplu görebileceğimiz üç eseri yayımlanmıştır. Bunlar Okları Kırpılmış Kirpi: Refik Halid (2011), Teknik Okumalar: Bağa Destursuz Girenler (2017) ve Mehmet Âkif’in Safahat’ının 1911 ile 1924 yılları arasındaki yankılarına odaklanan Aklı Kamaştıran Belagat Kasırgası (2019) şeklinde sıralanabilir. Sadece bu üç eserden hareketle şu hükme varabiliriz: Türkiye’de neşriyatın makûs talihi konusunda bir roman yazmaya kalkan biri, konunun çeşitli boyutlarını birbirine bağlayan temsil edici hayali bir karakter kurgularken Özalp’ten çok yararlanacaktır.

 

tap dünyasında olup bitenleri yakından izleyen N. Ahmet Özalp, unutulan kültürümüzü yeni yetişen nesillere tanıtabilmek için titiz bir şekilde günümüz Türkçesine aktardığı eserleriyle biliniyor. Bu bağlamda onun Osmanlı şiir dünyasının genç kuşaklarca tanınıp anlaşılmasına ve günümüz okuryazarının klasik Türkçeyle ilişki kurmasına yardımcı olması düşüncesiyle hazırladığı Bilgelikler Divanı (2012) çalışmasının da önemsenmesi gerekir. Bu vesileyle Özalp’in Kardelen ve Düş Çınarı dergilerindeki şiir eksenli yazılarını hatta şiirlerini yeniden düşünme imkânı doğar. Öte yandan dergiler değerlendirildiği zaman bir gerçeklik daha ortaya çıkar: Özalp 1980’lerden itibaren süreli yayınlarda hayli eleştirel kendi nitelemesiyle teknik okuma nitelikli metinler yayımlamıştır. Dergilerdeki bazı denemeleri “can yakıcı”, polemikçi hatta alaycı olsalar da art niyetli ve insafsız olmadıkları söylenebilir. Şüphe yok ki bu, nerede durduğunuza ya da nereden baktığınıza bağlıdır.

 

N. Ahmet Özalp’e göre teknik okuma, ele aldığı metin ve eserlerdeki dili ve daha ziyade ise dilin kullanımını incelemekte, bu açıdan tespit edilen sorunları gösterip değerlendirmektedir. Tabiatıyla böylesi bir işlem metinlerin edebî yahut fikrî değerini ortaya çıkarma, belirleme çabasıyla kıyaslandığında son derece teknik bir çalışmayı zorunlu kılmaktadır. Özalp’in Yedi İklim, Bu Meydan, Kaşgar, Bilgi ve Düşünce ile Kitap Postası dergilerindeki yazıları büyük ölçüde teknik okumaya dayanmaktadır. Elbette ele aldığı kişilerle metinlerin fikrî ve sanatsal değerlerini belirlemeye dönük yeni düşünceler geliştiren dört başı mamur metinleri de vardır. Ahmet Mithat Efendi’nin Ben Neyim (1890) ve Said Halim Paşa’nın Buhranlarımız adlı külliyatını içeren Bütün Eserleri (2003) kitabındaki yorumları bunun tezahürüdür. Yine aynı şekilde başta “İnsan, Yazar ve Entelektüel Olarak Nuri Pakdil” metni olmak üzere çeşitli vesilelerle adını sıkça andığı Nuri Pakdil odaklı hükümlerinde böylesi bir bakış açısını yakalamak mümkündür.

 

Maraş’ın Kültürel İkliminin Portresi

 

N. Ahmet Özalp’in bir Maraşlı olduğunu ortaya koymakla kalmayıp şehrin düşünce ve sanat atmosferinin oluşumunu da kritik bir bakışla incelediği yazısı üzerinde durulması gereken bir metindir. Özalp’in teknik okumalarının önemli bir kısmının yayımlandığı Yedi İklim dergisinin Kasım 2004 tarihli 176’ncı sayısında okurlarla buluşan istikamet tayin edici inceleme “Maraş’ta Edebiyat ve Düşünce Atmosferinin Oluşumu” başlığını taşıyor. Yakın dönem edebiyat ve düşünce dolayısıyla İslamcı dergi tarihinin Maraş özelinde nasıl yorumlandığını gösteren çerçevesi son derece iyi çizilmiş bu metin, müellifin 6-8 Mayıs 2004’te Kahramanmaraş’ta tertiplenen I. Kahramanmaraş Sempozyumu’nda sunduğu bildirinin gözden geçirilmiş şeklidir.

 

Maraş’taki edebî ve fikrî teşekkülün modern dönemini araştırmalar, hatıralar ve bir şiir üzerinden ele alan N. Ahmet Özalp, metninde bir duruş ve bakış ilkesi, bir merkez fikri etrafında yeni birtakım tespitler yapabilme gayreti içindedir. Doğrusu bu yolculuğundan Özalp’in elinin boş döndüğünü söylemek mümkün değildir. Yazar evvela 1931 ila 1940 arasında Maraş’ta doğan yazarların sayısal çokluğuna dikkat çekmektedir. Genel hatlarıyla 1930’lara kadar etki uyandıran Maraşlılar arasında parmakla gösterilen sadece İstanbul doğumlu Necip Fazıl’dır. Buna karşın Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu, Alâeddin ve Rasim Özdenören, Erdem Bayazıt 1930’lardan sonra öne çıkan portreler olmaları hasebiyle üzerinde durulmayı hak etmektedirler. Sonraki dönemlerdeki kayda değer hareketliliğe de temas eden Özalp, bu oluşumun temeline Necip Fazıl, Sezai Karakoç ve Nuri Pakdil’i dolayısıyla onlarla özdeşleşen Büyük Doğu, Diriliş ve Edebiyat dergilerini yerleştirir. Böylelikle samimiyetle yapılan işlerin bıraktığı izlerin zannedilenden daha güçlü ve kalıcı olduğunu ortaya koyar.

 

Necip Fazıl’daki belirgin “Maraşlılık duyarlılığı”na vurgu yapan N. Ahmet Özalp, üstadın yıllar sonra Ceyhan’da, kendisini ağırlayan Maraşlı bir çiftlik sahibinden dinlediği Maraş’ın kurtuluş destanını Tohum piyesine dönüştürdüğü belirtir. Maraş’ın kahramanlığının Millî Mücadele’nin önünü açtığını çeşitli tarihî incelemeler de ortaya koymaktadır. Sonraki yakıcı süreçlerin farkında olan Özalp, Necip Fazıl’ın 1943’te çıkarmaya başladığı Büyük Doğu dergisinin bütün Türkiye’de büyük yankılar uyandırarak bir dönüşüm sürecinin önünü açtığını kaydeder. Bununla beraber Özalp, hakkında birçok çalışma yapılan derginin Maraş’taki etkisinin ülkedeki genel etkinin çok ötesine uzandığını düşünmektedir. Çünkü “Necip Fazıl, her fırsatta Maraşlılığına vurgu yapmış, Maraş’a özel bir önem vermiş, bu da onun daha kolay benimsenmesine neden olmuştur. Ama daha önemlisi, burada, sonraki yıllarda çok özel ve ayrıcalıklı iki farklı ama birbirini bütünleyen iki oluşuma öncülük edecek iki genç insanın ruhlarını tutuşturmasıdır. Bu genç insanlardan ilki Sezai Karakoç, ikincisi de Nuri Pakdil’dir.”

 

N. Ahmet Özalp, Sezai Karakoç’un ve çıkardığı Diriliş dergisinin Maraş’taki uyanışa katkısının başlangıç merhalesinden ziyade gelişme döneminde kendini gösterdiği kanaatindedir. Düşünce dünyası esas itibarıyla 1940’ların sonlarında şekillenen Karakoç’un Diriliş’te yayımlanan hatıralarının Maraş’la ilgili güzel satırlarından da yararlanan Özalp, bu konudaki yorumlarını şöyle sürdürür: “Maraş’ta başlayan oluşumun ilk ürünlerini verecek olan genç sanatçı ve edebiyatçı kuşağının beslendiği başlıca kaynaklardan birisi, Sezai Karakoç ve Diriliş dergisi olacaktır.”

 

Edebiyat Dergisi ve Etki Sahası

 

N. Ahmet Özalp’e göre Sezai Karakoç’un mezuniyetini izleyen ilk ders yılında gecikmeli olarak ortaokula başlayan Nuri Pakdil, Maraş’ta köklü bir düşünce ve sanat oluşumunu başlatmıştır. Çoğu konuda özenli davranan Özalp’in metnindeki ayrıntılara bakıldığında fark edilebilen değerli tespitleriyle karşılaşılır. Bu dönemi uzun uzadıya anlatan Özalp, Pakdil’in yönetimindeki Edebiyat dergisinin kurucu kadrosunun tümüyle Maraş’taki teşekkül sürecini yaşamış, sonra da bunu sürdürmüş kişilerden meydana geldiğini belirtir. Şehirdeki gelişmelerden ayrı ele alınamayacak olan Cahit Zarifoğlu, Alâeddin Özdenören, Rasim Özdenören, Erdem Bayazıt ve M. Akif İnan ile birlikte Edebiyat dergisi, Türkiye ölçeğinde genişleyerek yaygınlaşmıştır. İşte bu yüzden Özalp, 1931 ile 1940 arasında hayata gözlerini açan Maraşlı edebiyatçıların “Büyük Doğu okurları kuşağı” ya da “Edebiyat kuşağı” diye adlandırılabileceğini kaydeder. Ona göre bu kuşağın merkezinde Pakdil bulunmaktadır ve arkasından tümü de ondan altı yaş küçük Edebiyat dergisi yazarları gelmektedir.

 

N. Ahmet Özalp, Maraş’ta 1941-1970 sonrasında dünyaya gelenler açısından da belirleyici etkenin Büyük Doğu dergisi olmakla beraber, burada Diriliş ile Edebiyat dergisinin etkisinden söz edilebileceği kanaatindedir. Daha sonraki dönemlerde ise oluşumu başlatan Büyük Doğu’nun tesir gücü yıldan yıla azalmasına karşın Diriliş, daha ağırlıklı olarak da Edebiyat dergisinin etki alanının arttığını vurgulamaktadır. Aslına bakılırsa benzeri bir genelleme bütün Türkiye için de yapılabilir. Bu çerçevede bir çizginin nasıl kavrandığını göstermesi bakımından şu satırlar üzerinde düşünülmesi gerekir: “Pakdil, Hamle dergisini çıkardığı lise yıllarında, basımevinden aldığı dergilerle okula doğru yürürken tüm Maraşlıların arkasından geleceğini düşler. Zaman, bir anlamda bu düşü gerçeğe dönüştürmüştür. Çünkü, kendisinden sonra gelenler içinde, temsil ettiği, savunduğu öğretiye arkasını dönen tek bir Maraşlı sanat-edebiyat ve düşünce adamı çıkmamış; tümü, ölçü ve anlayış ayrımları söz konusu olsa da onunla aynı inanç ve öğreti düzleminde yer almıştır. Bu durum da Büyük Doğu ile başlayıp Diriliş ve Edebiyat’la süren düşünce ve sanat çizgisinin başarısının, etki gücünün ayrı ve tartışılmaz bir kanıtıdır.” Bahse konu metinde, üzerinde çokça konuşulan ve 1976’da yayın hayatına başlayan Mavera dergisine dair Maraş özelinde tek cümlenin kurulmadığı dikkat çekmektedir. Bu bağlamda üzerinde durduğumuz incelemenin, Rasim Özdenören’le Söyleşmek (2017) kitabının Maraş/lı/ lık konulu kısımlarıyla, Özalp’in İtibar dergisinin Ocak 2016 tarihli 52’nci sayısındaki “Zafer Çarşısı’nda Bir Darü’l Eman: Akabe Kitabevi” başlıklı yazısı ile karşılaştırılarak okunması kesişen, birleşen ve ayrılan yolların kavranmasını kolaylaştıracaktır.

 

Öte yandan hem dergicilik hem de yerel gazetelerin sanat-edebiyat sayfaları açısından her zaman hareketli ve bereketli olan Maraş’taki düşünce ve sanat atmosferinin oluşumu incelenirken hatta altı çizilirken yanlış anlamalara sebebiyet vermemek için bir hususun açıklığa kavuşturulması şarttır. Dayanaklardan yoksun mağrurluklara mesafeli duran N. Ahmet Özalp “Maraşlı” nitelemesi konusunda dikkatli olunması gerektiği uyarısını yapmaktadır. Dergileri selamlayan, düşüncenin değerini ortaya koyan, mekânları yorumlayan samimi bir değerlendirmedir bu aynı zamanda: “Büyük Doğu’yla başlayarak Diriliş ve Edebiyat’la süren düşünce çizgisi, kaynaklandığı ve savunduğu evrensel ilkeler gereği, hiçbir doğal ya da yerel olguyu ilkesel bir düzleme taşımamış, tersine, her zaman inancı, uygarlık değerlerini ve insanı temel alan bir yaklaşım biçimini savunmuştur. Kentler ve mekânlar, ancak taşıdıkları uygarlık değerleriyle, kültür coğrafyamızda sahip oldukları yerle bir anlam ve önem kazanır.”

 

N. Ahmet Özalp’i kendi teknik okuma yöntemini belirgin kıldığı iki niteleme çok güzel anlatır: “Eleştiri metni, işin gerektirdiği nesnelliğe karşın, yazarın kişiliğinden, ilgi, yetenek ve eğilimlerinden, konuya ilişkin donanımından tümüyle bağımsız değildir.”, “Söylenmesi gereken gerçekleri açıkça söylemekten kaçınmadık.” Hiç şüphesiz Özalp’e böyle bakmak bir bakıma onun yazdıklarını daha iyi anlamanın yolunu açabilir.

 

Asım Öz

 

Evelâhir Sayı - 13